HATAY – 6 Şubat depremlerinde büyük yıkım yaşayan Hatay’da altyapıdan, barınmaya birçok sorun halen çözüm bekliyor. Bu nedenle yerel seçim burada diğer kentlere oranla daha kritik öneme sahip. Bir tarafta AK Parti, diğer tarafta CHP iddialı görünüyor. Ancak özellikle depremden bu yana iki tarafa da sıcak bakmayan ve ‘üçüncü bir yol’ arayan Hataylıların sayısı ise hiç de az değil. Bu nedenle seçim sürecinin başında ‘sol ittifak’ kurmak için toplantılar da yapıldı. Fakat anlaşma sağlanamayınca farklı partilerden adaylar ilan edildi. ‘Üçüncü yol’ isteyenlerin sesine kulak vererek Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na Emek Partisi’nden (EMEP) aday olan Halil İmrek de o adaylardan. Gökhan Zan’ın adaylığının çekilmesinin ardından TİP’in dün yaptığı açıklama ile DEM adayı Perihan Pakize Sinemillioğlu ile birlikte destek vereceğini duyurdu EMEP adayı İmrek’le, Hatay’ı, seçimde neden bir sol ittifak sağlanamadığını ve nasıl bir yönetim hedeflediklerini konuştuk.
Hatay 6 Şubat depremlerinde büyük bir yıkım yaşadı. Hâlâ ulaşım, barınma, altyapı başta olmak üzere birçok sorun çözülmüş değil. Bu kadar yıkımın ve sorunun olduğu bir kentte belediye başkanlığına neden aday oldunuz?
Hatay’daki yıkımlar siyasi iktidarın sorumluluğundadır. 2019 yerel seçimlerinde Cumhurbaşkanı Hatay’a geldiğinde imar affı yapılan 205 bin konutu ‘müjde’ olarak sundu. Bu binaların çoğu 6 Şubat’ta yıkıldı. Burada iktidarın sorumluluğunu teşhir ediyoruz. Öte yandan bu kentte yerel yöneticilik yapan, iki dönemdir kentte büyükşehir belediye başkanı olan, daha önce Antakya İlçe Belediye Başkanı olan Lütfü Savaş da deprem sürecinde yaşananlardan azade değil. İlçe başkanıyken verdiği ruhsatlar ortada.
‘İKİ ANLAYIŞ DA TEHDİTLE OY İSTİYOR’
Bir yanda “merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, belediyeler AKP’de olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez” diye anlayış, diğer yanda depremin yarattığı yıkımda sorumluluğu olan ve bir yıldır ortada görünmeyen Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş. Biri ‘hizmet istiyorsanız oyu AKP’ye vereceksiniz’ diyerek tehdit ediyor. Diğeri ‘bana oy vermezseniz AKP gelir’ diyerek tehdit ediyor. İkisi de tehditle, şantajla halkımızın oyunu almak istiyor. İki kötünün arasında birini tercih etmek zorunda değiliz. Bu açıdan halkımızın bu iki tercihe mecbur kalmaması adına Emek Partisi olarak belediye başkanlığına adaylığımızı koyduk. Defne, Antakya, Dörtyol, İskenderun ilçelerinde ise belediye meclis üyeliklerine adayız.
Şu ana kadar Hatay’da seçim, ihtiyaçlar ya da projeler üzerinden değil adaylar üzerinden ilerledi. Sizin Hatay’ı ayağa kaldırmak için ne tür projeleriniz var? Nasıl bir yönetim anlayışı izleyeceksiniz?
Burada yaşam mücadelesi veren ve en temel ihtiyaçları karşılanmayan bir Hatay var. Bu bakımdan halkın sorunlarının çözümüne odaklanan ve ne yapabiliriz sorusuna kafa yoran bir yaklaşımın yola çıkması ve baskın olması gerekir. Ülkenin bütçesinden buraya ciddi bir kaynak aktarılması ve kentin yeniden inşasında özel bir çaba sarf edilmesi gerekiyor. Sadece patronların vergi afları, AKP hükümeti döneminde faize giden 500 milyar dolar para var. Bu paralar Hatay’ın yeniden inşasında kullanılabilir.
1999 depreminden bu yana toplanan deprem vergisi bugünkü parayla 15 trilyon lira yapıyor. Bu paralar nerede? Bizim Hatay için en büyük projemiz örgütlenme, birleşme, sorunlara karşı beraber mücadele etme ve çözme. Bunun çok basit yolları var. Bir mahallede akmayan su, toplanmayan çöp varsa halkın birleşip bu sorunlara karşı mücadele etmesi ve bunları yapmayan yerel makamlara sözünü söylemesi gerekir. Belediye yönetiminde halkın söz sahibi olduğu bir anlayış istiyoruz.
‘HALKIN OLMADIĞI BELEDİYE RANT KAPISI OLUR’
Halkın ihtiyaçları ne? Mahalleye park mı yapılacak? Kreş mi? Kadın sığınma evi mi? Ne yapılacaksa tümünü o mahallenin insanları belirlemeli. Çünkü halkın denetlemediği, içine katılmadığı bir belediyecilik halk karşıtı olur. Halkın değil rantın kapısı olur. Diğer bütün partilerden farklı olarak biz burada yaşayan halkın ne sorunu varsa birlikte tespit etmek, birlikte çözmek için yola çıktık. Bugün nasıl ülkede tek adam yönetimi varsa belediyede de tek adam var. En fazla belediye ve meclis üyeleri yönetiyor. Biz esas olarak halk meclisleri ile mahalle temsilcileri, muhtarlar, kadınlar, sendika yöneticileri ile halkın belediyede söz, yetki ve karar sahibi olduğu bir belediyecilik istiyoruz. Özellikle böyle bir kentte mimar ve mühendis odalarının, aklın ve bilimin yer alması gerektiğini düşünüyoruz. Belediye başkanlığının bir ayrıcalık olmaktan çıkmasını istiyoruz. Defne’de de diğer yerlerde de yerel yönetime ciddi tepki oldu. Gerektiğinde halkın belediye başkanını da görevden alması gerekir. Bizim partimizin bu konuda sözü var.
“Halkın iki tercih arasında kalmasını istemiyoruz” dediniz. Hatay’da özellikle depremden sonra “ne AK Parti ne CHP” diyen, “üçüncü yol” isteyen bir kesim oldu. Buna rağmen sol, sosyalist partiler neden ortak bir aday çıkaramadı?
Depremin ikinci gününden beri biz parti olarak buralardaydık. Hem partimizin hem de diğer sol sosyalist güçlerin halkın yaralarını sarmak, bir dayanışmayı örgütlemek, bu yıkımı reva görenlere karşı bir mücadeleyi örgütlemek için bir çabası vardı. Tabii o dönem özellikle devletin yardım ve kurtarmadaki gecikmesi, AFAD’ın üç gün sonra gelmesi, insanlara bir tas çorbanın dahi verilmemesi derin yaralar açtı. Buna karşı da sözünü ettiğimiz sol-sosyalistlerin başını çektiği güzel bir dayanışma örüldü. Biz de parti olarak depremdeki bu dayanışmanın politik birlikteliğe evrilmesini, seçimlere de ortak bir adayla girilmesini istedik. Bunun için de epey çabaladık.
‘ASLINDA YERELDE BİRLİK SAĞLANMIŞTI’
Defne, Türkiye’ye bir model oluşturabilirdi. TİP, EMEP, Halkevi, Kaldıraç, TÖP, DEM Parti’nin katıldığı toplantılar ve çalıştay yapıldı. Ve aslında burada birliktelik sağlandı. Samandağ’da da sağlandı. Ancak belli bir noktaya gelindikten sonra partilerin yukarıdan aday dayatmaları ortaya çıktı ve görüşmeler durdu.
Arsuz, Samandağ ve Defne’de TİP çatısında, İskenderun, Dörtyol ve Erzin’de DEM çatısında, büyükşehirde de Emek Partisi çatısında sol-sosyalistler olarak böyle bir ittifakın yerel ayağının kurulmasını çok istedik. Bu görüşmeler yaşanırken TİP’ten Gökhan Zan’ın adaylığı açıklandı. DEM de büyükşehirde girmeyecekti ancak sonra aday çıkardı. Durum böyle olunca biz de seçime girip sözümüzü söylemeyi doğru bulduk.
Şunu da söylemek isterim. 1 Nisan’dan sonra bu seçimin halka ağır bir faturası olacak. Ekonomik kriz giderek derinleşiyor. İnsanların en büyük sorunu yoksulluk. Seçimden sonra daha fazla hissedilecek. Bu nedenle bugüne kadar yakalanamamış olsa da birliktelik ihtiyacı ortadan kalkmış değil. Ve biz bugün de birlik çağrısını yapıyoruz. Çünkü seçimlere parçalı gidilmiş olsa da ortak bir mücadele hattı örgütlenmeden bu sorunları çözmek mümkün değil.
Peki soldaki bu parçalı duruş sahaya nasıl yansıdı?
Bu kadar dağınık girmek halkta bir moral bozukluğuna neden oldu. Sahadan bize ‘Bu dönem Defne’de, Arsuz’da seçim alınabilir. Bizi CHP’ye mahkum etmeyin’ şeklinde çok eleştiri oldu. ‘Bir araya gelin, alternatif oluşturun’ diyorlardı. Bu bakımdan bu süreç bizim için de uyarıcıydı.
Siz hattın diğer tarafında, yani İskenderun, Erzin, Dörtyol’da sanayinin, fabrikaların olduğu merkezlerde de çalışmalar yapıyorsunuz. Buralarda durum nedir? Seçim atmosferi fabrikalara nasıl yansıyor?
Buralarda işçiler çok örgütlü değiller. İşçinin sendikası yoksa, birliği yoksa kentin yönetimine dair katılımı da sınırlı oluyor. Payas, Dörtyol gibi işçi bölgelerinde başta AKP olmak üzere düzen partilerine oy verilmesi gibi bir gerçeklik var. Buralarda işçilerin oyunu patronların oyundan ayırması gerektiği üzerine bir çalışma yapıyoruz. İşyerinde işçilerin örgütlendiği, ücretlerini artırma mücadelesine girdikleri, sendikalı, toplu sözleşmeli bir çalışma düzeni çabasını sürdürüyoruz. Çünkü işçi, kendi sorunu etrafında bir mücadeleye girmeden onun bilincinde değişimin, dönüşümün olması kolay değil. Bu açıdan Urfa’daki Özak Tekstil işçilerinin örneği önemli. Haliliye’de bir işçi arkadaşımız EMEP’ten belediye başkanı adayı oldu. Bir işçi arkadaşımızın diğer işçilerle birlikte böyle bir seçim çalışması sürdürmesi çok kıymetli. Burada asıl olan, işçilerdeki değişimdir.
‘HER SEÇİMDE 400 BİN İŞÇİ İŞKUR’DAN İŞE ALINIYOR’
İşçi örgütlü değilse sermeye ve onun uzantısı partilere bağımlı hale geliyor. Bunu her seçimde yeniden görüyoruz. İŞKUR’da İş Başı Eğitim Programı var. Geçen seçimde 400 bin işçi buralarda işe alındı. Seçime yakın süreçlerde, bizim buna dair yaptığımız bir inceleme var. 2015 seçimlerinde, 2019 seçimlerinde yani her seçim döneminde 400 bin işsiz 6 aylığına, 9 aylığına işe alınıyor. Genelde de AKP üzerinden işe alınıyorlar. Bir güvenceleri yok. Bir yılı dolduramadıkları için kıdem tazminatı da alamıyorlar. Bu 400 bin kişi, aileleriyle birlikte ciddi bir oy devşirme alanına dönüştürülüyor. İşçinin iş güvencesi yoksa, örgütlenmesi yoksa işte böyle oluyor. Ya da ‘bu belediye başkanı giderse biz de işimizden oluruz’ kaygıları var. İşçilerin bu durumlara karşı birliği sağlanmadan özgürce oy kullanmaları söz konusu olmuyor.
‘TOSYALI HOLDİNG’DE CAN GÜVENLİĞİ YOK’
İskenderun’da Tosyalı Holding yöneticisi Fatih Tosyalı beş yıl boyunca belediye başkanlığı yaptı. Kardeşlerinden biri de Varlık Fonu’nun başındaydı. AKP iktidarının da arkasında olduğu ve AKP iktidarı döneminde palazlanan bir holding. Belediye başkanlığı döneminde İskenderun’da denizi doldurarak yeni bir liman yaptı. Belediye imkanları holdingin önüne serildi. Peki bu holdingin fabrikalarında durum ne? Geçen Kasım ayında Tosyalı Demir Çelik Fabrikası’ndaki patlamada üç tane işçi can verdi. İşçilerin iş güvenliği için alınan hiçbir güvenlik önlemi yok. Yanan işçilerin üzerine damacanayla su dökerek söndürmeye çalıştıkları vahşi tablo ile karşı karşıyayız. Bir taraftan kentin rantını sömüren, diğer taraftan da fabrikalarda işçiyi canından eden bir anlayış var.